Freitag, 14. September 2018

Suda Yaşayıp Islanmayan Bir Canlı: Su Samuru

su sumaru
Su samurlarının en şaşırtıcı özelliği, vücutlarını kaplayan kürkün ıslanmamasıdır. Su samurlarının vücudunu sıkı sıkıya saran yumuşak ve parlak koyu gri tüyleri, o kadar etkili bir koruyucudur ki, samurlar günlerce derileri ıslanmadan yüzebilirler. Bu post, suyu itmeye yarar ve üst kısmı ıslandıktan kısa bir süre sonra da kurur. Kalın kürk, su samurunu aynı zamanda soğuğa karşı da korumaktadır. Birçok deniz hayvanından farklı olarak su samurlarının derilerinin altında izolasyon sağlayan bir yağ tabakası yoktur. Bu nedenle kalın kürkleri, onları soğuktan koruyan tek koruyucudur.
Dünyadaki tüm hayvanlardan daha kalın bir kürke sahip olan su samuru, her 3 cm2'de bir milyon tüye sahiptir. Bir insanda ise sadece 20.000 saç teli bulunmaktadır. Su samurunun kalın kürkündeki tüyleri ayırıp derisine bakmak isteyen bir kişi, hiçbir şekilde derisini göremez. İşte bu kalınlık onu okyanusların dondurucu soğuklarından korumaktadır.
Kürkün sıcak tutması, ancak temiz ve düzgün olmasına bağlıdır. Bu nedenle su samuru kendini sürekli olarak temizlemek zorundadır. Bu işlemi ise iki aşamada gerçekleştirir: ilk aşamada temizlenmek için öncelikle kendini sürekli olarak ovalar. İkinci aşamada ise halı silkeler gibi kendine hafifçe vurur. Bu sayede hem kürkü temizlenmiş olur, hem de bedeninde bulunan özel bir bezden, su geçişini engelleyen bir yağ salgılanır. Su samurunun temizlenmek için sergilediği bu davranışlar, aynı zamanda kürkü oluşturan tüylerin arasına hava dolmasına da yarar. Dolan hava sayesinde ise derinin ılık ve kuru kalması sağlanır. Dış etkenlerden yalnızca kürkleri vesilesiyle korunan su samuru için bu temizlik, yaşamlarını sürdürebilmelerini sağlayan son derece önemli bir gerekliliktir.
Su samurlarının tüyleri, perdeli ayaklarının yanından büyümeye başlar ve su girişini engelleyecek şekilde deri yüzeyini örümcek ağı gibi sarar. Bilim adamlarının su samuru tüyleri ile ilgili yaptıkları araştırmalar, tüylerin birbirine geçmesini sağlayan plakalar şeklinde oluştuğunu göstermektedir. Bu birbirine geçmeli sisteme memeli canlılarda pek rastlanmaz. Başka bir deyişle, su samurunun tüyleri bilinen klasik bir tüy yapısına sahip değildir.
Ayrıca ilk bakışta hayvanın vücudu tek tip tüyle kaplı gibi görünmesine rağmen, yapılan detaylı araştırmalarda, su samurlarının kürklerinin iki çeşit tüyden meydana geldiği ortaya çıkmıştır. Su samurunun tüylerinin iki çeşit olması, hayvanın vücudunun sudan daha iyi korunmasına neden olur. Tüylerden bir bölümü diğerlerinden daha kısadır ve uzun tüyler kısaları saklar. Üstteki tüylerin alt kısmındaki -üst derinin tam altında- özel olarak şekillendirilip yerleştirilmiş olan bu kısa tüyler, koruyucu bir göreve sahiptir. Pennsylvania Tıp Fakültesi Hücre ve Gelişim Profesörü John W. Weisel ve ekibinin elektron mikroskobunda yaptıkları bu incelemeler, tüylerin olağanüstü yalıtım yeteneğine sahip olduğunu ortaya koymuştur.
Tüylerin bu yapısı canlının hücrelerindeki DNA'da kodlanmış olarak bulunmaktadır ve her su samuru bu olağanüstü özelliğe sahiptir. Mutasyon gibi yıkıcı ve mutlaka zararlı olan etkilerle, bir canlının genlerinin tesadüf eseri böylesine hayati özellikler kazanması kuşkusuz ki imkansızdır. Tüylerin oluşumunda, diziliminde, sıklığında, uzunluğunda mükemmel derecede istisnai bir düzen vardır. Bu üstünlük, bir yaratılış mucizesidir. Darwinistler ise her yaratılış mucizesinde olduğu gibi bu özellikler karşısında da suskundurlar. Çünkü su samurunun tek bir tüyü, Darwinizm'i yıkıp yok etmek için yeterlidir.
Kürklerinin su geçirmez özelliği, kuyruklarının özel yapısı, perde ayakları gibi tüm hayranlık uyandırıcı özellikleriyle su samurlarını yaratan alemlerin Rabbi olan Allah'tır. Bir Kuran ayetinde şöyle bildirilmektedir:
Göklerin ve yerin yaratılması ile onlarda her canlıdan türetip-yayması O'nun ayetlerindendir. Ve O, dileyeceği zaman onların hepsini toplamaya güç yetirendir. (Şura Suresi, 29)

Montag, 10. September 2018

Arılar kozalarını nasıl örerler?

bee hive
Arı kovanında yavrular çok farklı aşamalardan geçerek erişkinliğe ulaşırlar. Özel hazırlanmış peteklerde büyümeye devam eden larvaların yedinci günlerinde şaşırtıcı bir olay gerçekleşir. Larva yemek yemeyi keser ve bakıcı arılar larvanın bulunduğu hücrenin ağzını mumdan yapılmış, hafif kubbeli bir kapak ile tamamen kapatırlar. Bu sırada larva da kendi ürettiği bir madde ile bulunduğu odanın içinde etrafına koza örerek kendini buraya adeta hapseder.
Arı larvaları bu şekilde pupa evresine bir geçiş yaparlar. Bu aşamada dikkatle incelenmesi gereken nokta, koza örülen maddenin yapısıdır.
Arı larvalarının kafalarında bulunan çift taraflı ipek bezleri sayesinde ürettikleri bu maddenin özelliği; hava ile temasa geçmesinden kısa bir süre sonra sertleşmesidir. Diğer bir özelliği ise içerdiği "fibroin" isimli protein sebebiyle kuvvetli bir bakteri öldürücü ve enfeksiyon önleyici etkisi olmasıdır. Arılar üzerinde araştırma yapan bilim adamları, bu canlıların ördükleri koza sayesinde larvaların mikroplardan korunduklarını tahmin etmektedirler.
Kozayı oluşturan kimyasallar:
Kozanın örülmesinde kullanılan ağ, farklı kimyasal maddelerin belirli oranlarda karışımından oluşmaktadır.
1-Elastik bir protein olan "Fibroin" % 53.67. (Bu bileşik, glikol (% 66.5), alanin (%21), lösin (% 1.5), arjinin (% 1), tirozin (% 10)'den meydana gelir.)
2-Jelatin yapısında yine bir protein olan "Serizin" % 20.36. (Bu madde serin (% 29), alanin (% 46) ve lösin (% 25)'den meydana gelmiştir.)
3-Diğer proteinler % 24.43
4-Mum % 1.39
5-Yağ ve reçine % 0.10
6-Renk maddesi % 0.05 6
Arı larvalarının koza ördükleri bu ipeğin formülü her arıda aynı şekilde üretilir. Milyonlarca yıldır bütün arı larvaları son dönemlerinde ördükleri kozalarında yukarıdaki formüle sahip olan ipeği kullanır. Ayrıca arı larvaları bu karmaşık yapılı maddeyi her zaman değil, sadece ihtiyaçları olan büyüme dönemlerinde üretmeye başlarlar. Bunlar göz önünde bulundurularak düşünülecek olursa akla pek çok soru gelecektir. Örneğin larvaların vücudundaki bu kimyasal madde nasıl ortaya çıkmıştır? Gözü, kanadı, beyni, olmayan, bir et parçasından farksız, henüz dünyayı hiç görmemiş, nasıl şartlarda bir yaşam süreceğini bilmeyen bir larva kendi başına karar verip, böyle bir şey oluşturabilir mi? Örneğin kimyasal maddenin koruyucu formülünü larvanın kendisi mi bulmuştur? Üretimini larva kendi kendine mi başarmıştır? Bu kimyasal maddeyi larvanın vücuduna kim yerleştirmiştir?
Elbette ki koza örmede kullanılan ipeğin oluşmasını; hareket bile etmeyen, bakımı başka canlılar tarafından sağlanan, göremeyen, duyamayan, sadece çok basit yaşamsal fonksiyonlara sahip olan larvanın kendisi sağlamış olamaz. Böyle bir şeyin iddia edilmesi elbette ki bilimsellikten ve akılcılıktan uzaklaşmak olacaktır. Çünkü bu iddia arı larvasının kimyasal madde oluşturabilecek bilgilere sahip olduğu, matematiksel hesaplar yapabildiği gibi çıkarımların kabul edilmesi demektir. Bu ise bilimsel olmaktan çok hayali bir iddia olacaktır.
Yalnız burada vurgulanması gereken son derece önemli bir nokta vardır. Söz konusu canlı şuur sahibi bir canlı olsa da değişen bir şey yoktur. Çünkü hiçbir canlının kendi vücudunda var olmayan bir sistemi kendi kendine oluşturması söz konusu değildir. Örneğin insan, doğadaki akıl sahibi yegane varlıktır. Ama buna rağmen bir insanın çok basit formüllü de olsa bir kimyasal madde üretimini sağlayacak sistemleri kendi vücudunda oluşturması mümkün değildir. Bu durumda akıl ve bilinç sahibi insanların yapamayacağı bir şeyi bir böceğin yapabileceğini iddia etmek de kesinlikle akla ve mantığa sığmayacak bir davranıştır.
"Larvanın koza üretiminde kullandığı ipek nasıl meydana gelmiştir?" sorusunun cevabını verebilmek için öncelikle ipeği oluşturan maddeleri tekrar hatırlayalım. Bunlardan biri olan fibroin; glikol, lösin, arjinin ve tirozin maddelerinin belirli oranlarda birleşmesiyle meydana gelen bir maddedir. İpeği oluşturan maddelerden başka biri olan serizin ise serin, alanin ve lösin'in çok hassas yüzdelerde biraraya gelmesiyle oluşur. Arı larvalarının koza örerken kullandıkları ipeğin yapısındaki maddeler sadece bu kadar değildir. Bundan başka mum, yağ ve reçine gibi maddeler de ipeğin yapısında bulunmaktadır.
Görüldüğü gibi ipeğin oluşması için çok sayıda maddenin belirli oranlarla biraraya gelmesi gerekmektedir. Bir deney yapalım ve ipeği oluşturan maddelerden en basit yapılı olanını ele alarak bu maddenin kendi kendine oluşmasını bekleyelim. Ne kadar beklersek bekleyelim, ne gibi işlemler yaparsak yapalım sonuç asla değişmeyecektir. Ve günlerce, aylarca, yıllarca hatta milyonlarca yıl boyunca beklense de, değil bu maddelerden tek bir tanesi, bu maddeleri oluşturan atomlardan tek bir tanesi bile tesadüfen oluşamayacaktır. Bu durumda koza örmede kullanılan ipeği oluşturan maddelerin her birinin tesadüfen ortaya çıktığını ve daha sonra yine tesadüfen biraraya gelerek ipek oluşturduklarını iddia etmekse tamamen akıl ve mantık ölçülerinden uzaklaşmak olacaktır.
İpeğin oluşumu bir arının yumurtadan çıkıp, uçabilir hale gelmesi için gerekli olan pek çok mekanizmadan sadece bir tanesidir. Larvanın arıya dönüşebilmesi için bütün mekanizmaların aynı anda bir bütünlük içinde çalışması gereklidir. Herhangi bir eksiklik arının gelişememesine yani, ölümüne neden olacaktır. Bu da arı neslinin zaman içinde yok olması demektir. Bu durumda varılan sonuç, arıların evrimcilerin iddia ettikleri gibi zaman içinde kendiliklerinden ortaya çıkmadıkları, bir anda tüm sistemleriyle birlikte var olduklarıdır. Bu da arıların bir Yaratıcı tarafından yaratıldıklarını bize gösterir. Bu Yaratıcı tüm evrene hükmeden, üstün bir aklın sahibi olan Allah'tır.

Sonntag, 9. September 2018

Canlı türlerindeki yeni keşifler Allah’ın Sonsuz İlminin Tecellisidir

Güneş Sistemi içinde bir yolculuğa çıktığınızı düşünün. Bu yolculukta karşınıza çıkan; dondurucu soğukluğa ya da yakıcı sıcaklığa sahip, atmosferi zehirli gazlardan oluşan, yüzeyinde korkunç fırtınalar esen veya içinde hiç su bulunmayan gezegenler olacaktır.  Sadece içinde yaşadığımız ‘mavi gezegen’ Dünya; atmosferinden yeryüzü şekillerine, ısısından manyetik alanına, elementlerinden Güneş'e olan mesafesine kadar, her türlü dengesiyle, tamamen yaşama uygun olarak yaratılmıştır.
sea creatures_harunnyahya_com
Dünyanın canlı yaşamı için elverişli olmasının en önemli nedenlerinden biri ise, sahip olduğu su miktarıdır. Yeryüzünün büyük bölümü, yani yaklaşık %70’i sularla kaplıdır. Bu sularda farklı renkleri, farklı biyolojik sistemleri, ilginç avlanma ve savunma taktikleriyle milyonlarca canlı türü yaşamını sürdürür. Hatta oran vermemiz gerekirse dünyadaki canlı türlerinin %90'ına bu sular ev sahipliği yapmaktadır. Gelişen teknoloji sonucu yapılan araştırmalarla canlılarda yeni türlerin keşfi, her geçen gün daha da artmaktadır.
Scientific Reports dergisinde Aralık 2016’da yer alan son araştırmaya göre, Hint Okyanusu’nun yaklaşık 3 km. derinliklerinde sıcak su kaynakları civarında 6 yeni canlı türü keşfedildi. Araştırmacılar, bulunan yeni türlerin deniz tabanına kadar inebilen uzaktan kumandalı denizaltı robotlarıyla yapılan inceleme sonucunda keşfedildiklerini açıkladı. Yeni deniz canlılarının ise deniz salyangozu, okyanus solucanı, deniz minaresi, hoff yengeci ve kum kurdu türlerine ait oldukları ifade edildi. 
İngiltere’nin Southampton Üniversitesi’nde yapılan araştırmalara liderlik yapan Dr. Jon Copley ve ekibi, okyanus tabanında, bir düzineden fazla mineral helezonunun bulunduğu, futbol stadyumu büyüklüğündeki bir alanı mercek altına aldılar. İnceleme yapılan ve hidrotermal havalandırma bacaları olarak da bilinen bu helezonların, bakır ve altın mineralleri açısından oldukça zengin olduğu ve gelecekte deniz altı madenciliği için de değerlendirilebileceği keşfedildi. Bu helezonların etrafında birçok derin deniz canlısının yaşadığı ve yaşayan bu canlıların helezonlardan çıkan sıcak sıvılarla beslendiği yapılan açıklamalar arasında yer almaktadır.
Kuşkusuz derin deniz canlıları, canlı türlerinin yalnızca bir bölümüdür. Yeryüzündeki canlı türlerinin sayısı ile ilgili tahminler, günümüzde 100 milyon rakamına kadar varmaktır. Harvard Üniversitesi'nden Prof. Edward O. Wilson, In Search of Nature (Doğanın Gizli Bahçesi) adlı kitabında canlı türlerindeki çeşitlilikle ilgili şu gerçekleri ifade etmiştir:
Öncelikle biyolojik çeşitlilik miktarı konusunu düşünün. Dünya üzerindeki organizma türlerinin sayısı tam olarak bilinmiyor. Bugüne kadar yaklaşık 1,5 milyon türe isim verilmiştir, ama gerçek sayı muhtemelen 10 milyon ile 100 milyon arasındadır... 
Yüce Allah, kutsal kitabımız Kuran’da  “…Ve daha sizlerin bilmediğiniz neleri yaratmaktadır? (Nahl Suresi, 8)” ayetiyle yarattığı canlı çeşitliliğini bize bildirmiştir. Son derece gelişmiş teknolojiye rağmen 100 milyon canlı çeşidinden sadece 1,5 milyonunun tanımlanabilmiş olması, ayette bildirildiği gibi “daha bizim bilmediğimiz” nice canlı çeşidinin yeryüzünde yaşamını sürdürdüğünün delillerindendir. Okyanusların binlerce metre derinliğindeki güneş ışığı almayan noktalarından, kutup bölgelerindeki dağların zirvesine kadar her yerde çok sayıda canlı türü yaşamaktadır. Gelişen teknoloji Allah’ın yarattığı tüm canlıları tespit etme konusunda yetersiz kalmaktadır. Her bir canlı Allah’ın sonsuz ilminin benzersiz ve kusursuz birer tecellisidir. Allah Kuran'da şöyle bildirmektedir:
Şüphesiz, müminler için göklerde ve yerde ayetler vardır. Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. (Casiye Suresi, 3-4)
Kaynak:
Adnan Oktar'ın News Rescue'da yayınlanan makalesi:

Dünya nasıl nefes alıyor?

news rescue_adnan_oktar_how_does_the_earth_breathe
Sizden dünyadaki tüm ağaçların sayısını tahmin etmeniz istenseydi cevabınız ne olurdu? 10 milyon? 250 milyon? 250 milyar? Hayır, cevap bunların hiçbiri değildir. Yapılan son araştırmalara göre; Dünyamızda tam 3,1 trilyon ağaç var. Bu oldukça büyük bir rakam... Öyle ki bu rakamı elde edebilmek için 3,1 sayısının yanına 11 tane sıfır eklememiz gerekiyor.
yosemite park
Şimdi bir de bu ağaçlardaki yaprak sayısını düşünün. Muazzam bir rakam ortaya çıkıyor. İşte tüm bu ağaçlardaki yapraklar atmosferdeki oksijen – karbondioksit dengesini sağlayabilmek için durmadan çalışıyorlar. Bu dengenin ne kadar hassas olduğunu anlamak için örnek verecek olursak:
  • Atmosferde şimdikinden daha fazla oksijen olsaydı, yanma reaksiyonları daha süratli olarak gerçekleşecek, kayalar ve metaller çok daha çabuk aşınacaktı. Bu yüzden yeryüzü hızla aşınıp eriyecek ve canlı yaşamı için büyük bir tehdit oluşacaktı.
     
  • Eğer biraz daha az oksijenimiz olsaydı, solunum zorlaşacak, daha az ozon gazı üretilecekti. Ozon miktarındaki değişmeler de canlılık için öldürücü olacaktı. Şimdikinden daha az ozon, Güneş'in morötesi ışınlarının Dünya'ya daha şiddetli ulaşmasına ve canlıların yok olmasına sebebiyet verecekti.
     
  • Eğer daha az karbondioksit olsaydı, karadaki ve denizdeki bitkilerin miktarı azalacak, böylece hayvanlar için daha az besin üretilmiş olacaktı. Okyanuslarda ise daha az bikarbonat olacak, bunun sonucunda da asit oranı artacaktı.
     
  • Atmosferdeki karbondioksitin artması ise kıtaların kimyasal olarak aşınmasını hızlandıracak, okyanuslarda zararlı alkali bir ortam oluşacaktı. Öte yandan sera etkisi artacağından Dünya'nın yüzey ısısı yükselecek ve hayat yok olacaktı.
Görüldüğü gibi Dünya'daki yaşamın sürekliliği açısından atmosferdeki gazların oranı çok hayati bir önem taşımaktadır. Bu oranın korunmasında ise ağaçların oynadığı rol göz ardı edilemez. Ağaçların yaprakları, havanın içerisinden karbondioksiti alır. Güneş ışığının yardımıyla fotosentez işlemini gerçekleştirir. Böylece karbon glikoza dönüşerek ağacın gövdesinde kalırken oksijen havaya salınır. Kış mevsiminde yapraklarını döken ağaçlar karbondioksiti bünyesine alamadığı için daha fazla karbondioksit atmosferde yer alır. Yaz mevsiminde ise ağaçlar tekrar yapraklarına kavuştuğu için tam tersi şekilde atmosferdeki karbondioksit miktarı azalır.
NASA yayınladığı bir video ile ağaçların gerçekleştirdiği bu muhteşem işlemi gözler önüne serdi.  Videoda kırmızı- turuncu renklerle gösterilen karbondioksit oranı kış aylarında en üst seviyedeyken yaz aylarında oldukça azalmaktadır.
winter carbondioxide_highest
Kış mevsiminde karbondioksit miktarı en yüksek seviyelerde
(kırmızı ve turuncu renkler)
summer carbondioxide_lowest
Yaz mevsiminde karbondioksit miktarı en düşük seviyelerde
Nature dergisinde yer alan bir araştırmaya göre Samanyolundaki yıldızlardan daha fazla sayıda ağaç, trilyonlarca yaprağıyla fotosentez yapmaya başlayarak havayı temizler *. Peki bu muhteşem işlem nasıl gerçekleşir?
Bütün bunlar, stoma adı verilen küçük akciğer benzeri yapıların yardımıyla gerçekleşir. Yunanca’da ‘ağız’ anlamına gelen stoma, havayı içine almak için tıpkı ağız gibi açılır. Bu küçük solunum tüplerinden yaprakta o kadar çok vardır ki yaprağın sadece 1 milimetrekaresinde yüz ila bin arasında stoma bulunur.
Şimdi tekrar düşünelim: 3,1 trilyon ağaç, bu ağaçtaki trilyon çarpı trilyon sayıda yaprak ve bu yapraklardaki katrilyonlarca stoma… Küçük bir yaprağın içine yerleştirilmiş olan hayal dahi edemediğimiz muazzam sayıdaki bu yapılar, tıpkı bir filtre gibi havayı temizler ve bizler bu sayede rahat bir şekilde nefes alıp vermeye devam ederiz.
Bilimle keşfettiğimiz her yenilik bize Dünyada kurulu olan muhteşem sistemler üzerinde düşünmeye yöneltir.
"O yarattığını bilmez mi?" (Mülk Suresi, 14) ayetinde bildirildiği gibi, Allah kainatta yarattığı her şeyi en ince ayrıntısına kadar bilir ve tüm canlılara hakimdir. Çünkü onların her birini her detayıyla birlikte Allah yaratmıştır. Yarattığı canlı cansız tüm varlıkların sayısını da kesin olarak belirlemiştir. Kuşkusuz bu, insanoğlunun asla sahip olamayacağı, güç yetiremeyeceği bir ilimdir ve yalnızca alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.
Biz aciz insanlar olarak sadece tek bir ağaçtaki yaprak sayısını tespit etmeye çalışsak dahi bu, günlerimizi alacak bir işlem olurdu. Yüce Rabbimiz ise dünyadaki tüm ağaçların yaprak sayılarını, bu yapraklardaki stomaları, kloroplastları, incecik damarları ve bizim tahmin bile edemeyeceğimiz nice detayı bilmektedir. Bu detayların sadece sayısına değil tüm işlevlerine de Allah hakimdir. Bizim kavrayış kapasitemizin çok üzerinde olan bu mucizevi detaylar, kendilerini yaratan sonsuz kudret sahibi Allah’ın varlığının apaçık delillerindendir.
Dünyada var olan hangi sistemi incelersek inceleyelim, her şeyin yaşam için tam olması gerektiği gibi yaratıldığını görürüz. Yüce Allah'ın sunduğu bunca güzellik ve nimet içinse, bizim yapmamız gereken sürekli şükretmektir. Bu gerçek, Kuran ayetlerinde şöyle haber verilmiştir:
Size her istediğiniz şeyi verdi. Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışırsanız, onu sayıp-bitirmeye güç yetiremezsiniz. Gerçek şu ki, insan pek zalimdir, pek nankördür. (İbrahim Suresi, 34)
Şüphesiz, senin Rabbin, insanlara karşı büyük lütuf (fazl) sahibidir, ancak insanların çoğu şükretmiyorlar. (Neml Suresi, 73)
Kaynak:
Nature, 10 Eylül 2015, sayı. 525, s.201
National Geographic, 3 Eylül 2016, http://phenomena.nationalgeographic.com/2016/03/09/the-earth-has-lungs-watch-them-breathe/
Adnan Oktar'ın News Rescue'da yayınlanan makalesi:

Samstag, 8. September 2018

Bize daima geri dönen su

Hayatımızın en önemli ihtiyaçlarından biri olan suyun oluşabilmesi için hidrojen ve oksijen atomlarının çarpışmaları gerekmektedir. Yeryüzü, bu çarpışmaya olanak verecek ısı ve enerji seviyesine sahip değildir. Ancak su, Dünya’nın oluşumu sırasında bir defaya mahsus olarak meydana gelmiştir ve aynı su, arınmış hali ile bize sürekli olarak sunulmaktadır.

Allah insana birçok konuda bilgi ve imkan vermiştir. Örneğin günümüzdeki teknoloji sayesinde, pek çok şeyin oluşumu laboratuvar ortamında izlenebilir. Ancak öyle temel olaylar vardır ki, bunların oluşumunu insanlar ne laboratuvarlarda izleyebilir, ne de bunu sağlayabilirler. Bu büyük nimet, dünyanın büyük bir kısmını kaplayan ve en temel ihtiyaçlarımızdan biri olan "su"dur. Su, Dünya'nın oluşumu sırasında bir defaya mahsus olarak oluşmuş, ardından oluşum devresi son bulmuştur.

Havada serbest halde dolaşan iki molekül olan Hidrojen ve Oksijen gazının bir araya gelerek suyu oluşturabilmeleri için atomlarının çarpışmaları gerekmektedir. Çarpışma sırasında hidrojen ve oksijen moleküllerini oluşturan bağlar zayıflar ve bu molekülleri oluşturan atomlar yeni bir molekül olan suyu (H2O) meydana getirmek üzere birleşirler. Söz konusu çarpışma ancak çok yüksek bir sıcaklıkta ve yüksek bir enerji seviyesinde meydana gelmektedir. Şu anda yeryüzünde suyun oluşumuna olanak sağlayacak kadar yüksek bir ısı yoktur.

Bu nedenle suyun oluşumu imkansızdır. Dünya'da var olan su, Dünya'nın oluşumu sırasındaki yüksek sıcaklık sonucunda oluşan sudur.

 
wate su

Bu suyun miktarında hiçbir zaman bir değişme olmaz. İçtiğimiz, kullandığımız, yaşamımızın bir parçası olan su her zaman aynı sudur. Yeryüzündeki su döngüsü sebebiyle buharlaşan sular, yepyeni tazelenmiş olarak bulutlardan bize geri dönerler. Allah bu gerçeği ayetleriyle haber vermiştir:
Şimdi siz, içmekte olduğunuz suyu gördünüz mü? Onu sizler mi buluttan indiriyorsunuz, yoksa indiren Biz miyiz? (Vakıa Suresi, 68-69)
Eğer Allah yeryüzünde hazır olarak var ettiği suyu kurutup giderse, onu geri getirmeye güç yetirebilecek hiçbir varlık yoktur. Eğer Allah bulutlara çektiği suyu bir daha indirmese, onu yeryüzüne geri indirebilecek bir güç yoktur. Nimetlerin tümü Allah'tandır. İnsana sürekli olarak ikram edip sunan, yoktan var eden, üstün güç sahibi olan Yüce Allah'tır.
Biz gökten belli bir miktarda su indirdik ve onu yeryüzünde yerleştirdik; şüphesiz Biz onu (kurutup) giderme gücüne de sahibiz. (Müminun Suresi, 18)
 

İman Hakikatleri

İslam büyüklerinin “iman hakikatleri” ya da “hakaik-i imaniye” şeklinde ifade ettikleri konu, insanları imana yönelten, Allah’ın varlığına ve birliğine delil oluşturan, O’nun üstün kudret, ilim ve sanatını gözler önüne seren her türlü yaratılış gerçeğini, bilgiyi ve delili kapsar.

İman hakikatleri, insanların iman etmelerine vesile olan en önemli vesilelerden birisidir. İman etmeyen kişi derin bir gaflet içindedir. Etrafındaki yaratılış delillerini göremez. İçinde yaşadığı toplumun dinden uzak yapısı nedeniyle zihni günlük hayatın ayrıntıları ile boğulmuş, algıları ve şuuru etrafındaki sayamayacağı kadar çok yaratılış gerçeğini fark edemeyecek derecede zayıflamıştır. Oysa böyle bir insana, samimi ve vicdanlı olması kaydıyla, iman hakikatleri anlatıldığı takdirde, Allah’ın varlığına ve birliğine, canlı cansız her şeyi Allah’ın yaratmış olduğuna iman etmesi, Allah’ın sonsuz ilmini ve kudretini görmesi umulur. İman hakikatleri, vicdanlı, fakat inkârcı telkinler nedeniyle gerçeklerden habersiz kalmış kimselerin Allah’ın izniyle imana kavuşmaları için çok önemli birer vesiledir.

İman hakikatlerini sadece Allah inancı olmayan kimselerin değil, iman eden insanların öğrenmesi ve üzerinde tefekkür etmesi de son derece önemlidir. Allah Kuran’da müminlere, kainatta yarattığı deliller üzerinde derin derin düşünmelerini emrederek iman hakikatlerinin önemini vurgular.

İman etmiş bir mümin, namaz kılmasının, oruç tutmasının ve diğer ibadetlerini yerine getirmesinin yanı sıra derin bir tefekküre de sahip olmalıdır. Kuran’da dikkat çekilen “göklerdeki ve yerdeki” yaratılış delilleri üzerinde derin tefekkür etmek, müminin imanının artmasına, kesin bir bilgiyle iman etmesine vesile olur. Bir Kuran ayetinde Allah’ın yeryüzündeki delillerinin düşünen insanları kesin bilgiyle iman etmeye yönelttiği şöyle bildirilmektedir:

“Yeryüzünde kesin bir bilgiyle inanacak olanlar için ayetler vardır. Ve kendi nefislerinizde de. Yine de görmüyor musunuz?” (Zariyat Suresi, 20-21)

Ayette açıkça belirtilmiştir ki, insanın kendi nefsindeki ve yeryüzündeki iman hakikatleri kesin bir bilgiyle inanmaya vesile olacaktır. Kesin bilgiye dayalı bir iman da insanın Allah korkusunun artmasını, dolayısıyla Allah’ın emir ve yasaklarını daha bilinçli ve titiz bir şekilde yerine getirmesini sağlayacaktır. Yaratılış delilleri üzerinde derin tefekkür sahibi olan bir kimse, ibadetlerini huşu içerisinde yerine getirirken, artık yaptıklarını Allah’ın gördüğüne ve iyiliklerinin karşılığında  Allah’ın onu mükâfatlandıracağına kesin kanaat getirmiştir. Aynı şekilde yaptığı en küçük hatayı da Allah’ın biliyor olması onu tevbe etmeye ve hatalarından süratle vazgeçmeye yöneltecektir. Allah Kuran’da iman edenlere şöyle seslenmektedir:

“Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakının ve (sizi) O’na (yaklaştıracak) vesile arayın; O’nun yolunda cehd edin (çaba harcayın), umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Maide Suresi, 35)

Ayette bildirildiği gibi insanların, kendilerini Allah’a yaklaştıracak vesile aramaları, kurtuluşa ermeyi ummaları için bir yoldur. İşte iman hakikatleri de müminlere, Allah’ın varlığı ve sıfatları hakkında daha derin bir kavrayış ve anlayış, Allah’a daha fazla bir yakınlaşma sağlayan vesilelerdir. Örneğin Allah’ın yarattığı canlıları incelemek, onlardaki mükemmel yapı ve sistemleri gözlemlemek ve bunlar üzerinde düşünmek, Allah’ın sonsuz ilmine ve gücüne daha yakından şahit olmayı sağlayacaktır.

İman Hakikatlerini Derin Düşünmeyenler Allah’ı Gereği gibi Takdir Edemezler

“Sizin için gökten su indiren O’dur; içecek ondan, ağaç ondandır (ki) hayvanlarınızı onda otlatmaktasınız.” (Nahl Suresi, 10)

İman hakikatleri üzerinde derin düşünmek ve Allah’ın bunlarda tecelli eden sıfatlarını görmek Allah’ı çok daha iyi ve yakından tanımayı sağlayacaktır. Allah’ı daha iyi tanımaya, her an her yerde O’nun tecellilerini görmeye başlayan insan da kazandığı bu meziyet sayesinde Allah’ın kudretini hakkıyla takdir eder duruma gelecektir.

Örneğin; iman hakikatleri üzerinde edinilen derin bir bilgi ve tefekkür sonucunda kişi şu gerçeği çok daha iyi kavrar: Dünya üzerinde yaşayan milyarlarca insan ve yaşadıkları her an Allah’ın bilgisi ve kontrolündedir. Bir vücuttaki trilyonlarca hücre, dünyadaki milyarlarca insanın bedenleri ve evrendeki bütün canlılar, Allah’ın dilemesiyle var olabilmekte ve varlıklarını sürdürebilmektedir. Her hareketleri Allah’ın dilemesiyle gerçekleşmektedir ve Allah’ın kontrolü altındadır. Böyle bir sistemin sürebilmesi için sonsuz bir güç, sonsuz bir bilgi, sonsuz bir akıl ve zeka gerektiği açıktır. İşte yalnızca bu gerçek üzerinde tefekkür etmek dahi Allah’ın sonsuz sıfatlarına daha yakından şahit olmayı ve Allah’ın sonsuz gücünü gereği gibi takdir edebilmeyi sağlar.

Kuran’da Allah küçücük bir sineği dahi bir iman hakikati olarak örnek verdikten sonra, bu gerçeklerden gafil olanların, Allah’ın kudretini hakkıyla takdir edemediklerini bildirir:

“Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah’ın dışında tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için biraraya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de. Onlar, Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah, güç sahibidir, azizdir.” (Hac Suresi, 73-74)

Diğer Kuran ayetlerinde de iman hakikatleri üzerinde düşünmeyen kimselerin durumundan bahsedilirken bu kişilerin Allah’tan korkmadıkları haber verilmektedir:

“De ki: “Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir? Onlar: “Allah” diyeceklerdir. Öyleyse de ki: “Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız? İşte bu, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır. Öyleyse haktan sonra sapıklıktan başka ne var? Peki, nasıl hâlâ çevriliyorsunuz?” (Yunus Suresi, 31-32)

Ayetlerden anlaşıldığı gibi, iman hakikatlerini araştırmak ve öğrenmek, bunlar üzerinde hakkıyla düşünmek, Allah’ın canlı cansız tüm varlıklar üzerinde her an süregiden mutlak kontrol ve hakimiyetini kesin bir bilgiyle anlamaya vesile olmalıdır. Ve bu anlayış da, Allah’a karşı tam bir teslimiyeti beraberinde getirecektir. Vücudundaki kompleks sistemleri ve bunlardaki hassas dengeleri bilen ve üzerinde düşünen bir mümin, kusursuz biçimde çalışan bu sistemleri oluşturan aklın, vücudun kendisine ait olmadığını da anlar. Bilir ki vücut dediği şey, bilinci, duyu organları, düşünme yeteneği olmayan atomların meydana getirdiği bir hücreler topluluğudur. Bu tefekkürün sonucunda kişi vücudundaki her bir hücreye, hatta her bir atoma kadar herşeyin Allah’ın emriyle ve isteğiyle hareket ettiğine kesin kanaat getirir. Hiçbir olayın hiçbir aşamasında şansa ya da tesadüfe yer olmadığını anlar.

Sayın Adnan Oktar iman hakikatlerinin önemini anlatıyor:

Adnan Oktar: Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. “Elif, Lam, Mim, Ra. Bunlar Kitab’ın ayetleridir. Ve sana Rabbinden indirilen haktır.” Kuran haktır. “Ancak insanların çoğu iman etmezler” diyor Allah. O zaman mücadele neyin üzerine oluyor? İnsanların iman etmesi için gayret etmek. Çünkü “iman etmezler” diyor. “İnsanların çoğu iman etmezler” En büyük derdi en büyük hastalığı söylüyor Allah, en büyük hedefi söylüyor. O zaman, iman hakikatleri, imanın güçlenmesi için gayret etmek gerekiyor. Bizim yaptığımız da odur. “Allah O’dur ki, gökleri dayanak olmaksızın yükseltti;” hemen iman hakikati anlatıyor Allah, oradan bakın düşünün iman edin diye, “onları görmektesiniz” diyor Allah, “görüyorsunuz” diyor. “Sonra arşa istiva etti ve güneş ile aya boyun eğdirdi.” Güneş’e, Ay’a bakıyor, son derece normal karşılıyor. Halbuki biraz düşünse, muazzam olaylar, “her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedirler.” Belirli bir süre içerisinde sürekli dönüyorlar Ay ve Güneş. Allah ona dikkat çekmiş. “Her işi evirip düzenler, ayetleri birer birer açıklar”“Umulur ki, Rabbinize kavuşacağınıza” bakın, dikkat edin, “kesin bilgiyle inanırsınız” İman hakikati. Allah’ın istediği kesin bilgiyle Hakku’l-Yakin iman etmek. “Umulur ki “ diyor, “bu imana kavuşursunuz” ve iman etmeleri için de Allah yol gösteriyor. İman hakikatlerinde hangi konulara bakacaklarını ve nereden iman edeceklerini gösteriyor Allah. Ve diyor ki Allah, “ve O, yeri yayıp uzatan, onda sarsılmaz-dağlar ve ırmaklar kılandır” düşünün diyor Allah. “Orada ürünlerin her birinden ikişer çift yaratmıştır;” mesela bitkilerin çift olması erkekli dişili olması bunlara dikkat çekiyor, “geceyi gündüze bürümektedir. Şüphesiz bunlarda düşünen bir topluluk için” kafasını çalıştırıp düşünen bir topluluk için, “gerçekten ayetler vardır.” Allah iman hakikatleri için bizim yaptığımız bu çalışmanın zeminini bize gösteriyor.  Gece gündüz yaptığımız çalışma, en hayati konuyu Allah bize bildiriyor. (25 Ağustos 2013,  A9 TV)

İnsanın derinleşmesinde, Allah’a yakınlığının artmasında iman hakikatleri üzerinde sürekli düşünmenin önemi pek çok ayette vurgulanmaktadır. Kuran’da örneğin, müminlerin göklerin ve yerin yaratılışı hakkında uzun uzun düşündükleri bildirilmektedir:

“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün art arda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler (deliller) vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru.”” (Al-i İmran Suresi, 190-191)

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, iman hakikatlerinin önemini  çok hikmetli bir şekilde şöyle açıklamıştır:

Bu zamanda iman hakikatlerinin birinci maksat, birinci vazife, asıl amaç olması gerekir. Bunun dışındaki şeyler ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalır. Risale-i Nur’la onlara hizmet etmek en birinci görev, merak konusu ve asıl amaç olmalıdır... Risale-i Nur çerçevesi dışında bulunan âlimler belki de veliler bu siyasi ve toplumsal hayatın bağları sebebiyle iman hakikatlerinin önemini ikinci, üçüncü derecede bırakıp, o akımların etkisine maruz kalarak, kendi ile aynı fikri paylaşan münafıkları bile sever hale geldi... Hem Risale-i Nur’un gerçek talebeleri ölümsüz elmaslar seviyesinde olan iman hakikatlerini anlatma vazifesi içinde iken zalimlerin satranç oyunlarına benzer konularla ilgilenecek onların kutsal vazifelerini sekteye uğratmamak ve anlayışlarını karıştırmamak gerekir diye düşünüyorum. (Orjinalinden Türkçeleştirilerek alınmıştır.) (Kastamonu Lahikası, s. 84-85)